Sayfalar

19 Ocak 2015 Pazartesi

“Vefâ’nın kedisi

Şeyh Vefâ Hazretlerinin türbesi
Sürur Öztürk

Eski zamanlarda yaygın olarak kullanılan, birinin bir tanıdığının ya da beklediği bir kişinin, hiç beklemediği bir anda aniden karşısına çıkması durumunda, “Vefâ’nın kedisi gibi karşıma / karşısına çıktı” şeklindeki söyleyişlerle kullanılan bir deyim vardı.

Malûmunuz, İstanbul’un Vefâ isimli bir semti de vardır. Peki bu semte adını veren Vefâ kimdir ve Vefâ’nın kedisinin özelliği nedir?

Eğer kedilere dair her şey ilginizi çekiyorsa, biz anlatalım, siz dinleyin…

Vefâ, asıl adı Mustafa, lâkabı Muslihuddin olan, Konya’da doğduğu ancak doğum tarihi bilinmeyen, 1491 yılında vefat etmiş âlim bir mutasavvıf şairdir.

Zeyniyye tarikatının Vefâiyye kolunun kurucusu olduğu için, “Şeyh Vefâ” diye tanınır. Şiirlerinde de mahlas olarak “Vefâ” ismini kullanır. Vefâ, İbnü’l-vefâ, İbn Vefâ, Vefâzâde, Ebü’l-Vefâ gibi lâkaplarla anılır.

Kaynaklar, onun zâhir ve bâtın ilimlerine vâkıf, hatta müctehid seviyesinde olduğunu, mûsiki, astronomi alanlarında, vefk hazırlamakta mahareti bulunduğunu kaydettikleri halde tahsil dönemi ve hocaları hakkında bilgi vermez.

Muslihuddin Mustafa, İstanbul’da Fâtih Sultan Mehmed’den büyük yardım ve destek görmüş, padişah onun için adına atfen daha sonra “Vefâ” diye anılacak olan semtte bir cami ile çifte hamam yaptırmıştır.

Caminin yanındaki arazide şeyh tarafından derviş hücreleri, kütüphane, dervişler için evler ve imaret niteliğinde bir mutfak yaptırılmış, Fâtih Sultan Mehmed’in kendisine verdiği arazileri, bu araziler üzerindeki bazı binaları ve şahsî kitaplarını, 1485 yılının Temmuz ayında vakfetmiştir.

Fâtih’in cenaze namazını kıldırdığı ve bu cenazeye 2. Bayezid’in de katıldığı bilinmektedir.

Şeyh Vefâ, 1491 yılında vefat etti ve 2. Bayezid’in katıldığı cenaze namazının ardından, adına yaptırılan caminin hazîresine defnedildi. Daha sonra, kabrinin üzerine türbe yaptırılmıştır. Türbe, Fatih İlçesi’nin Vefâ semtindedir. 

Şeyh Vefâ Hazretlerinin türbesinden...

Şeyh Vefâ’nın kedisi

Şeyh İbrahim Has Efendi’nin “Tezkiret’ül-Has” isimli eserinde kaydettiğine göre, “Vefâ’nın kedisi gibi karşısına çıkmak” deyiminin oluşmasına sebep olan olay, özetle şu şekilde yaşanmıştır:

Şeyh Vefâ Hazretleri, bir gün Çilehanesinde ibadet ile meşgul iken, bir kadın yanına gelerek oğlunun Malta’da esir olduğunu belirtip, Şeyh Vefâ’dan, ısrarla onu bulup kurtarmasını ister.

Şeyh Vefâ, yanındaki siyah kediyi işaret ederek “Söyleyelim de oğlunu şu kara kedicik kurtarsın” der. Kadın, Şeyh Vefâ’ya itimad ederek yanından ayrılır.

Kadının “Esir Bey” olarak anılan oğlu, Malta adasında bir Hristiyanın esaretinde ona hizmetçilik etmekte, mutfağında yemekler pişirmektedir. Bir gün, balık temizlerken, orada bir kara kedi belirir, Esir Bey’in pişirmeye hazırlandığı balığı kapıp kaçar. Esir Bey de balığı kedinin ağzından alabilmek için peşinden koşmaya başlar. Kedi, kapısı aralık duran bir evin içine giriverir. Bunu gören Esir Bey, evin kapısını tıklatır, evsahibine, ağzında balık olan bir kedinin içeriye girdiğini, balığın kendisine ait olduğunu anlatır. Evsahibi ise, böyle bir kedi görmediklerini söyler.

Esir Bey, o esnada, bulunduğu yerin Malta değil Vefâ Mahallesi, konuştuğu kadının da annesi olduğunu fark eder. Tabii annesi de kediyi arayan adamın oğlu olduğunu. Ana oğul, şaşkınlık ve sevinç içerisinde birbirlerine sarılırlar. Ardından, her ikisi de birbirine, başlarından geçeni anlatır. Yaşadıklarının, Allah’ın izniyle, Şeyh Vefâ’nın bir kerameti olduğuna kanaat getirirler ve Şeyh Vefâ’nın çilehanesine giderler.

Vefâ Hazretlerinin yanındaki kara kediyi gören Esir Bey “İşte ana, balığı kapan kedi bu kediydi” der. Ana oğul, o günden sonra Şeyh Vefâ’nın yanından ayrılmazlar…

Hiç yorum yok: