Sayfalar

7 Aralık 2014 Pazar

Eski Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce:
Cemaat ilkelerini terk edince ben de onu terk ettim

"Savcıları, MİT'e sızmış yabancı ajanlar da yönlendirmiş olabilir.."
35 yıl Fethullah Gülen Cemaati’nin içerisinde kalmış olan Zaman gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce, özellikle “7 Şubat 2012 MİT krizi”nden sonra Cemaat’in ilkelerini terk ettiğini, hükümete ve devlete açıkça savaş ilân ettiğini belirterek, “İlkelerin hepsi terk edildi, dolayısıyla ben de bu hareketi terk ettim” dedi.

Gülerce, 7 Şubat ve 17-25 Aralık sürecinde MİT içerisindeki yabancı ajanların, dönemin Başbakanı Erdoğan’ı tasfiye etmek amacıyla savcıları yanıltıp yönlendirmek için birtakım belgeleri üretmiş ya da bir araya getirerek farklı bir kanaat oluşturmuş olabileceklerine de işaret etti.

Son seçimlerde Cemaat’in, AK Parti’ye karşı CHP ve BDP’yi desteklemesi kararının Cemaat içerisinde istişare edilmeden alınmış, ‘tek kişi’ tarafından verilmiş, tepeden inme bir karar olduğunu ifade eden Gülerce, ‘ilk kez söylüyorum’ diyerek, Cemaat’in istişare yöntemini de eleştirdi. Gülerce, “Genellikle Hizmet Hareketi’nde (Cemaatte) istişare şöyle olur: Tek bir kişi karar veriyor, o kişinin verdiği karar, yerine nasıl getirilecek, bunun istişaresi yapılıyor… ‘Verilmiş kararı sahada nasıl uygulayacağız?’, bunun istişaresi yapılıyor” diye konuştu.

Beyaz TV’de Pazar günleri saat 10.00’da yayınlanan “Ortak Akıl” programında güncel siyasî gelişmeleri değerlendiren Hüseyin Gülerce, Gülen Cemaati’ne yönelik eleştirilerini sürdürüyor.

Yaklaşan bir fırtınanın habercisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘Paralel Yapı’ hakkında söyledikleri son sert sözleri ‘yaklaşan bir fırtınanın habercisi’ olarak gördüğünü ifade eden Gülerce, şöyle konuştu:

Cemaat ilkelerini terk edip hükümete, devlete savaş açtı

“Ortada bir savaş hâli var bakınız. Baştan kabul etmediler, tırnak içerisinde diyelim, ‘Paralel Yapı’ diye itham edilenler. ‘Böyle bir savaş asla yok’ dediler; halbuki ben, bir yıldan beri, yapılan ilkesel yanlışlıklardan birini ve en önemlisini, hükümete savaş açmak olarak görüyorum. Kendisini ‘sivil toplum hareketi’ olarak anlatan bir hareketin, görülmüş şey değil Türkiye’de, hükümete alenî cepheden saldırması, bunu yaparken, yine temel ilkelerinden biri olan üslûbunu terk etmesi, Başbakan iken Sayın Erdoğan’a çok ağır hakaretlerin, suçlamaların; ‘Nemrut’lar, ‘Firavun’lar, ‘münafık’lar… Hep bu ifadeler kullanıldı. Ben, bunları yadırgadığım için zaten, bir yanlış gördüm ve ‘o yanlışın arkasından gitmiyorum’ dedim; yani irademi kullanıyorum. Bunlar çok büyük yanlışlar, bir ‘sivil toplum kuruluşu’, kendisini başlangıçta hangi ilkelerle izah etmişse; eğitim, diyalog, herkesi kucaklama, herkesin konumuna saygı, ‘sövene dilsiz, dövene elsiz’, bunun devam ettirilmesi gerekirdi. Bunların hepsi terk edildi, dolayısıyla ben de bu hareketi terk ettim. Şimdi parantez içerisinde söyleyeyim, kimisi diyor ki, ‘vefasızlık yaptın’. Kardeşim, büyük bir yanlış gördüm ve yanlışı da söylüyorum. Benim ‘yanlış’ dediğime ‘doğru’ diyorsanız, mesele yok. ‘Doğru’ diyene de rastlamadım. Yani, kendini ‘sivil toplum kuruluşu’ olarak, Allah rızası için iyilik ve hayır işlerinde bütün dünyaya, insanlığa hizmet getirdiğini söyleyen bir hareket, bu gün hükümete, devlete savaş açmışsa, bunun ‘doğru’ olduğunu söylüyorsanız, benim sizinle bir işim olmaz.”

Cemaat’in yanlışlarını, oradan ayrılmadan önce de dile getirdim

Twitter’da kimilerinin kendisine ‘Şimdi mi uyandın?’ diye tepki gösterdiklerini de belirten Gülerce, daha önce Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan’la birlikte Mehtap TV’de Çarşamba günleri yaptıkları programı hatırlattı. Gülerce, “7 Şubat 2012 MİT krizi”nden sonraki ya ilk ya da bir sonraki programda, ‘Burada bir yanlış var’ dediğini belirterek, sözlerine şöyle devam etti:

“Ve hatta, yakıştıramamışım bunu, ‘Türkiye Cumhuriyeti Savcısı’na, böyle bir şeyi; yani çünkü daha sonra Sayın Erdoğan da açıkladı, ‘MİT Müsteşarını çağırmak, beni çağırmak demektir. Beni de alsaydınız’ dedi televizyonda, hatırlarsanız. Benim dediğim şu oldu, yakıştıramadığım için; bakın bunu, Mehtap televizyonunda canlı yayında söylüyorum; yani şimdi ‘Sen o camianın içerisindeyken neden söylemedin?’ diyor.
MİT’teki yabancı ajanlar, kurguya uygun belge üretmiş de olabilirler

(…) (O programda diyorum ki)‘Kimse iddia edebilir mi ki Türkiye’de devlet kademelerine yabancı istihbarat ajanlarının sızmadığını? Meselâ MOSSAD ajanları öyle belgeler savcıların önüne koydurabilir ki, öyle ayarlamalar yapabilir ki, savcı da bu belgeye bakarak harekete geçebilir; yani yönlendirilebilir.’ Yani düşünün ki, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya’nın Başbakanını, Merkel’i dinliyor. Zaten bu dinleme olaylarında en kötü şey, bu dinlemeleri yapan insanların içerisinden birkaç tanesi çıkıp da, o konuyu, dinlemeleri de söylemek istiyorum, bunları kendileri kullanmışsa, başkalarına aktarmışsa, çok büyük bir felâket. Dolayısıyla ben, tavrımı, ilkelerden uzaklaşmayı.. çünkü bana göre o savcılar, tek başlarına buna cesaret edemezler. Öyle bir şey yapamazlar. Onların da, o savcıların da, MİT Müsteşarıyla bu şekilde ilgilenmenin doğrudan Başbakanla ilgilenmek olduğunu idrak edecek, bunu kavrayacak kapasitede, zekâda, kabiliyette olduğunu bilmemiz lâzım. ‘Ya o ayrı, o ayrı’… Böyle bir şey diyemezler. Daha sonra da biliyorsunuz o savcı değiştirildi. Bunun üzerine de ben, ‘manşet’ diyorlar, manşet değildi, bir analizdi, ‘Görevden alınan savcılar daima haklı çıktı’ diye; güya bana düzeltme ifadesi kullandılar. O zaman beni(m tezlerimi) daha da kuvvetlendiriyorlar; siz, görevden alınan savcıya niye sahip çıkıyorsunuz? Onların daima haklı olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz? İşte bu olay çok önemliydi. Hani bazıları diyor ki, ‘Biz nerde savaş açtık?!’ Bir de böyle âfâkî konuşanlar var. Yani saatlerce buraya bir de belge mi getirelim? İşte söylüyoruz: ‘7 Şubat’da hükümete, devlete savaş açıldı’ diyorum ben. Erdoğan’a savaş açıldı. Ben, bunu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 7 Şubat’tan birkaç gün sonra yapılan Çengelköy’deki yerinde de eleştirdim. ‘Yahu bu yaptığınız, düpedüz Erdoğan’a savaş açmak! Nerden çıktı bu?’. O gün dedim.”

Kimilerinin de kendisine ‘Kol kırılır, yen içinde kalır. Neden öyle yapmadın?’ diyerek tepki gösterdiklerini belirten Gülerce, “Oohooo, en çok onu yaptım. O ikazları yaptım; ‘Yanlış bu!’. Ama şimdi dinlemiyorsunuz, yanlışı savunmaya devam etmem ‘vefa’ mı oluyor?” diye sordu.

40 yıllık bir ‘Hizmet Hareketi’ni, dine, millete, insanlığa yapılan hizmetleri dürüp büküp bir kenara atmaya, uçuruma doğru itmeye kimsenin hakkı olmadığını ifade eden Gülerce, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Yanlış yapıyorsunuz! Bir tek kişi böyle bir karar alamaz! Meselâ o ‘tek kişi’, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bire bir desteklenmesi, ‘AK Parti karşısındaki hangi aday kuvvetliyse; İstanbul’da, Ankara’da CHP adayı, Güneydoğu’da BDP adaylarının desteklenmesine tek başına karar veremez diyorum. Bu, ilkelerin çiğnenmesi demek. O zaman, ‘tek başına’ karar vermediğini, bunu kimlerle istişare ettiğini açıklamaları lâzım. Yani kiminle istişare edilmiş Cumhuriyet Halk Partisi’nin desteklenmesi, Güneydoğu’da BDP’nin desteklenmesi, hükümete savaş açılması, Başbakana ‘Münafık, Firavun, Nemrut’ denmesi? Sayın Erdoğan’a… Yani, kim karar vermiş? İstişare şu değildir, bakınız; bir şeyi de ilk defa söyleyeceğim: Genellikle Hizmet Hareketi’nde (Cemaatte) istişare şöyle olur: Tek bir kişi karar veriyor, o kişinin verdiği karar, yerine nasıl getirilecek, bunun istişaresi yapılıyor… ‘Verilmiş kararı sahada nasıl uygulayacağız?’, bunun istişaresi yapılıyor. Evet, okullarda hep istişare yapılıyor, vakıfta hep istişare yapılıyor; ama yukarıdan bir karar geliyor. Bütün problem, bu ilk kararın alınmasında istişare yapılmamış olması.”

Hiç yorum yok: