"Savcıları, MİT'e sızmış yabancı ajanlar da yönlendirmiş olabilir.." |
35 yıl Fethullah Gülen Cemaati’nin içerisinde kalmış olan Zaman
gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce, özellikle “7 Şubat 2012 MİT krizi”nden
sonra Cemaat’in ilkelerini terk ettiğini, hükümete ve devlete açıkça savaş ilân
ettiğini belirterek, “İlkelerin hepsi terk edildi, dolayısıyla ben de bu
hareketi terk ettim” dedi.
Gülerce, 7 Şubat ve 17-25 Aralık sürecinde MİT içerisindeki
yabancı ajanların, dönemin Başbakanı Erdoğan’ı tasfiye etmek amacıyla savcıları
yanıltıp yönlendirmek için birtakım belgeleri üretmiş ya da bir araya getirerek
farklı bir kanaat oluşturmuş olabileceklerine de işaret etti.
Son seçimlerde Cemaat’in, AK Parti’ye karşı CHP ve BDP’yi
desteklemesi kararının Cemaat içerisinde istişare edilmeden alınmış, ‘tek kişi’
tarafından verilmiş, tepeden inme bir karar olduğunu ifade eden Gülerce, ‘ilk
kez söylüyorum’ diyerek, Cemaat’in istişare yöntemini de eleştirdi. Gülerce, “Genellikle
Hizmet Hareketi’nde (Cemaatte) istişare şöyle olur: Tek bir kişi karar veriyor,
o kişinin verdiği karar, yerine nasıl getirilecek, bunun istişaresi yapılıyor… ‘Verilmiş
kararı sahada nasıl uygulayacağız?’, bunun istişaresi yapılıyor” diye konuştu.
Beyaz TV’de Pazar günleri saat 10.00’da yayınlanan “Ortak
Akıl” programında güncel siyasî gelişmeleri değerlendiren Hüseyin Gülerce,
Gülen Cemaati’ne yönelik eleştirilerini sürdürüyor.
Yaklaşan bir fırtınanın
habercisi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun ‘Paralel Yapı’ hakkında söyledikleri son sert sözleri ‘yaklaşan
bir fırtınanın habercisi’ olarak gördüğünü ifade eden Gülerce, şöyle konuştu:
Cemaat ilkelerini
terk edip hükümete, devlete savaş açtı
“Ortada bir savaş hâli var bakınız. Baştan kabul etmediler,
tırnak içerisinde diyelim, ‘Paralel Yapı’ diye itham edilenler. ‘Böyle bir
savaş asla yok’ dediler; halbuki ben, bir yıldan beri, yapılan ilkesel
yanlışlıklardan birini ve en önemlisini, hükümete savaş açmak olarak görüyorum.
Kendisini ‘sivil toplum hareketi’ olarak anlatan bir hareketin, görülmüş şey
değil Türkiye’de, hükümete alenî cepheden saldırması, bunu yaparken, yine temel
ilkelerinden biri olan üslûbunu terk etmesi, Başbakan iken Sayın Erdoğan’a çok
ağır hakaretlerin, suçlamaların; ‘Nemrut’lar, ‘Firavun’lar, ‘münafık’lar… Hep
bu ifadeler kullanıldı. Ben, bunları yadırgadığım için zaten, bir yanlış gördüm
ve ‘o yanlışın arkasından gitmiyorum’ dedim; yani irademi kullanıyorum. Bunlar
çok büyük yanlışlar, bir ‘sivil toplum kuruluşu’, kendisini başlangıçta hangi
ilkelerle izah etmişse; eğitim, diyalog, herkesi kucaklama, herkesin konumuna
saygı, ‘sövene dilsiz, dövene elsiz’, bunun devam ettirilmesi gerekirdi. Bunların
hepsi terk edildi, dolayısıyla ben de bu hareketi terk ettim. Şimdi parantez
içerisinde söyleyeyim, kimisi diyor ki, ‘vefasızlık yaptın’. Kardeşim, büyük
bir yanlış gördüm ve yanlışı da söylüyorum. Benim ‘yanlış’ dediğime ‘doğru’
diyorsanız, mesele yok. ‘Doğru’ diyene de rastlamadım. Yani, kendini ‘sivil
toplum kuruluşu’ olarak, Allah rızası için iyilik ve hayır işlerinde bütün
dünyaya, insanlığa hizmet getirdiğini söyleyen bir hareket, bu gün hükümete, devlete
savaş açmışsa, bunun ‘doğru’ olduğunu söylüyorsanız, benim sizinle bir işim
olmaz.”
Cemaat’in
yanlışlarını, oradan ayrılmadan önce de dile getirdim
Twitter’da kimilerinin kendisine ‘Şimdi mi uyandın?’ diye tepki
gösterdiklerini de belirten Gülerce, daha önce Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan’la
birlikte Mehtap TV’de Çarşamba günleri yaptıkları programı hatırlattı. Gülerce,
“7 Şubat 2012 MİT krizi”nden sonraki ya ilk ya da bir sonraki programda, ‘Burada
bir yanlış var’ dediğini belirterek, sözlerine şöyle devam etti:
“Ve hatta, yakıştıramamışım bunu, ‘Türkiye Cumhuriyeti
Savcısı’na, böyle bir şeyi; yani çünkü daha sonra Sayın Erdoğan da açıkladı, ‘MİT
Müsteşarını çağırmak, beni çağırmak demektir. Beni de alsaydınız’ dedi
televizyonda, hatırlarsanız. Benim dediğim şu oldu, yakıştıramadığım için; bakın
bunu, Mehtap televizyonunda canlı yayında söylüyorum; yani şimdi ‘Sen o
camianın içerisindeyken neden söylemedin?’ diyor.
MİT’teki yabancı
ajanlar, kurguya uygun belge üretmiş de olabilirler
(…) (O programda diyorum ki)‘Kimse iddia edebilir mi ki
Türkiye’de devlet kademelerine yabancı istihbarat ajanlarının sızmadığını? Meselâ
MOSSAD ajanları öyle belgeler savcıların önüne koydurabilir ki, öyle
ayarlamalar yapabilir ki, savcı da bu belgeye bakarak harekete geçebilir; yani
yönlendirilebilir.’ Yani düşünün ki, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya’nın
Başbakanını, Merkel’i dinliyor. Zaten bu dinleme olaylarında en kötü şey, bu
dinlemeleri yapan insanların içerisinden birkaç tanesi çıkıp da, o konuyu,
dinlemeleri de söylemek istiyorum, bunları kendileri kullanmışsa, başkalarına
aktarmışsa, çok büyük bir felâket. Dolayısıyla ben, tavrımı, ilkelerden
uzaklaşmayı.. çünkü bana göre o savcılar, tek başlarına buna cesaret edemezler.
Öyle bir şey yapamazlar. Onların da, o savcıların da, MİT Müsteşarıyla bu
şekilde ilgilenmenin doğrudan Başbakanla ilgilenmek olduğunu idrak edecek, bunu
kavrayacak kapasitede, zekâda, kabiliyette olduğunu bilmemiz lâzım. ‘Ya o ayrı,
o ayrı’… Böyle bir şey diyemezler. Daha sonra da biliyorsunuz o savcı
değiştirildi. Bunun üzerine de ben, ‘manşet’ diyorlar, manşet değildi, bir
analizdi, ‘Görevden alınan savcılar daima haklı çıktı’ diye; güya bana düzeltme
ifadesi kullandılar. O zaman beni(m tezlerimi) daha da kuvvetlendiriyorlar;
siz, görevden alınan savcıya niye sahip çıkıyorsunuz? Onların daima haklı
olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz? İşte bu olay çok önemliydi. Hani bazıları
diyor ki, ‘Biz nerde savaş açtık?!’ Bir de böyle âfâkî konuşanlar var. Yani
saatlerce buraya bir de belge mi getirelim? İşte söylüyoruz: ‘7 Şubat’da
hükümete, devlete savaş açıldı’ diyorum ben. Erdoğan’a savaş açıldı. Ben, bunu
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 7 Şubat’tan birkaç gün sonra yapılan Çengelköy’deki
yerinde de eleştirdim. ‘Yahu bu yaptığınız, düpedüz Erdoğan’a savaş açmak!
Nerden çıktı bu?’. O gün dedim.”
Kimilerinin de kendisine ‘Kol kırılır, yen içinde kalır.
Neden öyle yapmadın?’ diyerek tepki gösterdiklerini belirten Gülerce, “Oohooo,
en çok onu yaptım. O ikazları yaptım; ‘Yanlış bu!’. Ama şimdi dinlemiyorsunuz,
yanlışı savunmaya devam etmem ‘vefa’ mı oluyor?” diye sordu.
“Yanlış yapıyorsunuz! Bir tek kişi böyle
bir karar alamaz! Meselâ o ‘tek kişi’, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bire bir
desteklenmesi, ‘AK Parti karşısındaki hangi aday kuvvetliyse; İstanbul’da,
Ankara’da CHP adayı, Güneydoğu’da BDP adaylarının desteklenmesine tek başına
karar veremez diyorum. Bu, ilkelerin çiğnenmesi demek. O zaman, ‘tek başına’
karar vermediğini, bunu kimlerle istişare ettiğini açıklamaları lâzım. Yani
kiminle istişare edilmiş Cumhuriyet Halk Partisi’nin desteklenmesi, Güneydoğu’da
BDP’nin desteklenmesi, hükümete savaş açılması, Başbakana ‘Münafık, Firavun,
Nemrut’ denmesi? Sayın Erdoğan’a… Yani, kim karar vermiş? İstişare şu değildir,
bakınız; bir şeyi de ilk defa söyleyeceğim: Genellikle Hizmet Hareketi’nde
(Cemaatte) istişare şöyle olur: Tek bir kişi karar veriyor, o kişinin verdiği
karar, yerine nasıl getirilecek, bunun istişaresi yapılıyor… ‘Verilmiş kararı
sahada nasıl uygulayacağız?’, bunun istişaresi yapılıyor. Evet, okullarda hep
istişare yapılıyor, vakıfta hep istişare yapılıyor; ama yukarıdan bir karar
geliyor. Bütün problem, bu ilk kararın alınmasında istişare yapılmamış olması.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder