Uzun bir süredir mortgage-konut kredisi geri ödemelerindeki artışları takip etmekteyim. Bu geri dönüşlerde ciddi sorunlar oluşuyor. 2014’ün ilk 3 ayında ödenmeyen tüketici kredisi miktarı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 54 oranında arttı. Takipteki (bankalar tarafından ödeme sorunu çeken tüketicilere konulan şerh) konut kredisinde artış, yüzde 7 oldu. Son 3 yılda ödenmeyen konut kredisi ise 1.2 milyar Lira’ya ulaştı.
Konut krizi kapıda mı?
AVM tartışmasıyla Gezi Parkı olayları, hükümete darbe
teşebbüsüne dönüşmüştü. Darbe teşebbüsleri, sıradan olaylar değildir ve
kendiliğinden gelişmezler. Temel bir sorun üzerinden hareket ederek toplumda ya
bir ayrışma noktası oluşturulur veya var olan bir sorun büyütülür.
Türkiye, ekonomik olarak son yıllarda önemli aşama
kaydetti. Her ekonomik büyüme aynı zamanda çeşitli riskleri de barındırır.
Öncelikle yatırım olmadan büyüme olmaz. Yatırım olması için ya mevcut
sermayenizi kullanırsınız veya borç çekersiniz. Bir üçüncü yol yoktur.
Böylelikle yatırım için sermayeniz olmuş olur; ancak borç çektiğiniz için gider
kalemleriniz de yükselir. Neticede hacim olarak büyüseniz bile, gelir gider
arasındaki fark da artacağından, borcunuz büyür. Bugünkü ekonomide borcun büyümesi
değil çevrilebilir olması esastır ve mevcut koşullarda bu
gerçekleşebilmektedir.
Bu durum aynı zamanda kırılganlığı da ifade eder; çünkü
ekonominiz, içsel olmayan egzojen, yani dışsal kaynaklardan beslenen, üretim
sonucu kazandırılan bir ekonomi değilse, büyümeniz de borç artışını doğru
oranda tetikler. Bugün Türkiye’de bu tetikleme, konut piyasalarında
oluşmaktadır ve bu durum, üzerinde durulmayacak bir konu değildir. Krizler,
tıpkı biz fark etmeden geçirdiğimiz hastalıklar gibidir. Belli bir oluşum süreci
vardır. Bazen biz bu süreci fark etmeden vücudumuz, organlarıyla hastalıkları
bertaraf eder.
Ekonomik krizler de böyledir. Fark edilmeden yaklaşır, öncül
eylemler ve tedbirlerle önü alınabilir; ancak krizler, belirli kırılgan
noktaları oluştuğunda halk tarafından fark edilebilir.
Ülkemizde konut piyasalarındaki “karşılıksız” fiyat
artışları, kişi başı gelir ile doğru orantılı ama misliyle artmaktadır. Misal;
bir vatandaş, bundan 10 sene önceki emekli ikramiyesiyle bir ev alabiliyorken
bugün alamamaktadır. Bununla birlikte konut fiyatlarında aşırı bir değerlenme
söz konusudur.
Uzun bir süredir mortgage-konut kredisi geri
ödemelerindeki artışları takip etmekteyim. Bu geri dönüşlerde ciddi sorunlar
oluşuyor. 2014’ün ilk 3 ayında ödenmeyen tüketici kredisi miktarı, geçen yılın
aynı dönemine göre yüzde 54 oranında arttı. Takipteki (bankalar tarafından
ödeme sorunu çeken tüketicilere konulan şerh) konut kredisinde artış, yüzde 7
oldu. Son 3 yılda ödenmeyen konut kredisi ise 1.2 milyar Lira’ya ulaştı.
Bütün bu sayıların ifade ettiği risk, görmezden
gelinemez.
Bu duruma, İngiliz gazetesi Financial Times da dikkat
çekti; bir anlamda yol gösterdi. John Hopkins Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden
Alessandro Rebucci tarafından kaleme alınan yazıda, Türkiye’nin de aralarında
bulunduğu bazı yükselen piyasa ülkelerinde konut pazarının, son yıllarda
gelirden çok daha fazla büyüdüğüne dikkat çekildi. ABD’nin faiz oranlarını
yükseltmek üzere olduğunu ve uluslar arası sermayenin daha yüksek ve güvenli
gelir için yeniden merkeze döneceğini vurgulayan yazar, bunun küresel
ekonominin dış sınırlarına yakın ülkelerin konut pazarında “depreme” sebep
olacağını öne sürdü.
Bu ikaz, yukarıda belirttiğim sebeplerden dolayı dikkate
alınmalı. Çözüm olarak kredi talebini azaltmak, bunun için de tüketicileri
tasarrufa yöneltmek durumundayız. Kültürümüzde ev sahibi olmak için ailede
herkes bir araya gelir. İmkânı olmayana destek olunur. Tasarruf etmek de
önemlidir. Ancak küreselleşme ve ekonomik koşullar, bizi kendi yaşam
kültürümüzden uzaklaştırıp, borç-faiz sarmalına götürdü. Çözümü kendi
değerlerimize yabancı kalarak bulamayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder